7 Temmuz 2000 Cuma

BEKLEYEN DERVİŞ MURADINA ERMİŞ - 2000

Merhaba;

Ben, Rota yapımı Martı modeli minik (4.25 Mt.) bir yelkenlisi olan deniz müptelasıyım. Sözkonusu teknemi Haziran 2000'de İstanbul Göksu deresinden satın aldıktan sonra denizden üç günlük bir seyahat ile Gelibolu'ya götürdüm. Bu seyehatin öyküsü  Yelken Dünyası NİSAN 2001 sayısında yayınlandı; ayrıca, minik yelkenli öykülerine meraklılar için internet ortamına da  gönderiyorum.
         Teknem halihazırda Gelibolu'da ve karada. Teknemi seyyar hale getirmek için İstanbul'da bir treyler hazırladım. Ancak, henüz arabamın arkasına çeki topuzu taktıramadım ve de ruhsatına işletemedim. Bu işlemleri gerçekleştirdiğim takdirde planım, tekneyi kara yolu ile İstanbul'a taşıyıp tadı damağımda kalan İst.-Gelibolu seyahatimi tekrarlamak. Hakim rüzgar Poyraz, İstanbul'dan Gelibolu'ya pupa seyrinde, üstelik de bedava götürüyor. Ayrıca, hafta sonları İstanbul'da (mesela Haliç'de) denize atarak Boğaz’da ve Marmara’da küçük seyahatler yapmak istiyorum.
          İkinci hayalim ise bir yarış ekibine katılmak. Yaşım 37, sporcuyum, Cumartesi ve Pazar tatillerimin tamamını bu konuya ayırabilirim, aşağıda okuyacağınız gibi az da olsa bir tecrübem var. Ama en önemlisi bitmek tükenmek bilmeyen yelken sevdam mevcut. Skipper’lara duyurulur. 21/01/2002
                                                                                               Hulusi GÜLEN                                                                                                                            hulusigulen@yahoo.com
                                                                                               hulusigulen@gmail.com
                                                                                               hulusigulen@hotmail.com 




"BEKLEYEN DERVİŞ MURADINA ERMİŞ"

                Eski teknem GÜLEN-1'i (Polimarin yapısı, 4,13 Mt.) Kurban Bayramında memleketim olan Gelibolu - Burhanlı Köyü'ne gittiğimde, yol kenarına çekmiş ve üzerine de "SATILIK" levhasını koymuştum. Sonra da tekne aramaya başlamıştım. Önce, istediğim tipte bir yelkenli bulamayabilirim diye köyümüzün tek tekne ustası Şinasi usta ile 4,5 metrelik bir tekne için konuştum,  istediğim tipte (Kürekli, dıştan motorlu, derin karinalı, yelkenli) bir tekne yapabileceğini söyledi, hatta hemen başlamayı bile teklif etti. Ben biraz daha düşüneyim ve bu arada da satılığa çıkardığım teknem satılsın, sermaye olsun dedim. İstanbul'a dönünce tekne araştırmalarıma devam ettim. Birgün Babam, birisi tekne ile ilgileniyor, telefonunu verdim dedi, sevindim. Sonra o şahış aradı, pazarlık yapıldı, anlaştık.        

               Sermayem oluşunca Babam vasıtasıyla Şinasi abiye haber saldım, fakat işleri yoğunlaşmış ve tekne yapımı fiyatını da arttırmış. Aldı beni bir düşünce, bu yaz'ı teknesiz mi geçiricem diye. O arada Babamdan, bir yazlıkçı  abinin sandalının motoru ile beraber satıldığını duydum; ucuzdu ama 1960'ların teknesi idi ve de benzinli içten takma motoru vardı, biraz düşüneyim dedim. Alacaktım artık, başka çarem kalmamıştı; son defa bir de Göksu deresine gidip, oraları bir kolacan etmek düştü aklıma.

               Haziran ay'ı gelmiş, Yelken Dünyası dergisi yayımlanmış ve benim OCAK 2000'de gönderdiğim mektubum da Okuyucu Mektupları köşesinde çıkmıştı.  Okumayanlar için özetlemek gerekirse;  çağımızın gereği, ihtiyaç duyupta satın aldığımız eşyaların genelde compact sistemler olduğundan bahisle, kol saatinin artık yalnız zamanı gösteren bir cihaz olmadığı, aynı zamanda Tlf. Rehberi, Ajanda, Kronometre, Pusula vb; sistemleri ihtiva ettiği gibi deniz araçlarında da benzeri taleplerin sözkonusu olduğu, ancak arzın bu taleplere özellikle Türkiye içinde cevap veremediğini belirtmiş; şöyle 4,50 metre boyunda, boğazda bağladığınızda dalgalardan batmayacak kadar yüksek kenarlı, seyyar salmalı, seyyar arma tertibatı ve dümeni  olan, kıçtan motor takılabilen, istenirse kürekle de yürütülebilen, fiberglass konstrüksiyonlu bir tekne aradığımdan bahsetmiş ve varsa böyle tekne üreticilerinin  adreslerinden haberdar olmak istemiştim.

            Mektup yayımlanır yayımlanmaz  olumlu telefonlar gelmeye başladı. O arada İzmir'deki Rota firmasından da bir zarf içinde üst yazısız olarak ürün çeşitlerini gösteren bir broşür geldi; incelediğimde sözkonusu mektubumda birarada olmasını istediğim özelliklere uyan bir üretimlerinin olduğunu kastederek bu broşürü gönderdiklerini anladım. Bu ürün 4.25 M.lik Martı modeli idi; daha dikkatle incelediğimde aklım da yatmadı değil; tam aradığım tekne idi ancak fiyatı da motorsuz , yelkenler dahil 1,7 milyar civarında idi; ikinci eli ucuz olurdu ama nereden bulacaktım. Sonra ilgili firmaya telefon edip bu taraflarda bayilerinin olup olmadığını sordum; yokmuş; satılmış tekneleri varmıydı; varmış ama hangi limandadır bilemezlermiş. Bu iş te suya düşmüştü.  O arada dergimizin yazarı Fazlı Cemil Akmansoy bey ile görüştüm, mesele ile çok ilgilendi, hatta istediğim özellikte planları olan eski bir ustanın oğlundan bahsetti ve benimle irtibata geçireceğini söyledi. Ayrıca Avukat Mehmet Akbaş isimli bir beyden bir mektup aldım, AKBAŞ 5, 6 ve 7'nin planlarını göndermiş; "Herkes için tekne" sloganı ile çıkmış yola ve hakikaten de halk tipi çok güzel teknelerin imalatını yapıyormuş. Fiyatı 8000 DM. civarı.

                   Aklımda Göksu deresi vardı ya, aklımda kalmasın deyip bir Pazar sabahı ailece yollandık oraya. Derenin kenarında yürürken Göksu Marin diye bir flama gördüm ve daldım içeriye. Sahibi imiş konuştuğum, aradığım tekne özelliklerini sıralayınca, "Bak şu karşıdaki ağacın altında emekli bir hoca var, şu anda kendine bir minik yelkenli tekne tadil ediyor, eski teknesi de orada, onu da bildiğim kadarıyla satıyor. Ayrıca ileride köprünün altında da küçük bir tekne var, o da satılık, üzerindeki tabeladan irtibat telefonunu alabilirsin..." dedi. Ben hemen derenin karşısına geçip çalışmaya dalmış olan Hocanın yanına yaklaştım ve tanıştım; ismi Naci DOĞAN imiş, emekli Beden Eğitimi öğretmeni, 30 yıllık yelkenci. Satılığa çıkarttığı minik yelkenli ile hanımını da yanına alarak Marmara adasına kadar gitmiş. Salması olmadığı için orsa seyrine gelmiyor diye tekneden soğumuş satıyor. Şu anda da Rota firmasının Hobby isimli 4.20 m. ebadındaki orijinalde açık tip olan teknesine bir kamara ilave ediyor, arka kısmının yanlarını yükseltiyor; bu defa bununla Gökçeada'ya gideceğini söylüyor. Tam benlik bir arkadaş, sohbet koyu, sohbete eşim de dahil oldu, Hoca'nın konuşmaları eşim Özlem hanımı da etkiledi, her geçen gün deniz'e daha çok ısınıyor. Hoca ile sohbetten sonra köprünün altındaki diğer teknenin yanına gittik; bir de ne görelim benim aradığım Rota firmasının Martı modeli yelkenlisi değilmi; gökte ararken yerde bulduk. İyi bir inceledim, üstündeki telefonu alıp aradım; ama cevap veren yok. Sonra çaresiz , cevredekilere not ve kart bırakarak oradan ayrıldık. Hafta içi sürekli telefonu arıyorum ama cep telefonu kapalı, cevap yok. Nihayetinde hafta sonuna doğru cevap verildi; teknenin sahibi ile buluştuk. Tekne, yelkenleri, 15 HP Mariner motoru ve çekici arabası ile satılık; aldığı fiyat olan  5000 DM'a satıyor. Satıcı arkadaşın dediğine göre gazeteye ilan filanda vermiş ve tekne bir yıldır satılmayı bekliyormuş; benim gibi meraklısı olacakta alacak. Tabii  benim o parayı vermem imkansız; motor ve treyleri ayırıp bir fiyat söylemesini istedim; biraz indi; rakam yine bana fazla gelince bu defa treyleri de dahil ettik filan; velhasıl pazarlık ortada biryerlerde buluşunca bitti. 14.06.2000 Pazar günü buluşup tekneyi, yelkenleri ve Treyler'i devraldım ve hazırlıklar başladı. Yelkenler hiç kullanılmamış ama, dışarıda kaldığından epey hırpalanmış, eve getirip çamaşır makinasında yıkadık, sonra gidip teknede arma donatarak eksiklerini tespit ettik. Naci hoca eksiklerin tespitinde bana çok yardımcı oldu; Allah da ondan razı olsun. Teknenin eski sahibi hiç yelken kullanmamış ve de orijinalde kapalı üretilen salma deliğini açtırmamış; Hoca bu deliğin açılmasında ve dümen çivisinin (iğneciğinin) takılmasında da bana epey yardım etti. Ayrıca, aralarda onun çalışmalarını da izleyerek tekne tamiratı konusunda bilgi sahibi oluyordum. Tekne ve treyler alınınca geriye bunları memlekete götürmek kalıyordu. Götürmek içinde arabamın arkasına çeki demiri taktırmalı ve ruhsata işletmeliydim. Bunun araştırmasını yaparken 7,5 HP Mercury marka bir motorun uygun fiyata satıldığını öğrendim. Niyetimde bu yıl motor almak yoktu, ancak fiyatı makul gelince motoru bir inceledim ki hakikaten çalışması güzel bir motor. Satıcı, geri dönmeyen bir çek'in karşılığı olarak almış motoru ve şimdide elinden çıkarmak istiyor; motorun tespit edebildiğim tek eksiği yakıt deposu ile tespit civatalarının üzerinde mevcut olmaması.  İyi bir pazarlıkla bir de motor sahibi oldum. Eksikliklerini kolaylıkla tamamladım ve o hafta sonu ailemle boğazda çapari bile yaptım; doyamadım, hafta içi mesaiden sonra, benim gibi deniz meraklısı arkadaşlarım Cengiz ve Hasan beyler ile boğaza çıkıp çapariye devam ettik; harika bir duygu.  Hazırlıklar iki hafta boyunca sürdü, arabamın arkasına çeki demiri taktırmak orijinali bulunmadığından ve de ruhsatına işlenmesi gerektiğinden mümkün olamadı; bu defa da çeki kancalı otomobil veya taşımak için kamyon aramaya başladım; ancak kamyonla sevkiyatta da problemler çıktı;  tam çaresizlik içinde kıvranırken; Naci hocadan müthiş bir teklif geldi; "4 Temmuz'da ben teknemle Gökçeada'ya doğru yola çıkıyorum, gelirsen beraber gideriz...." Harika, bundan iyisi ne olabilir, hem tecrübeli birisinin mihmandarlığında yelken öğrenicem, hem de çok daha az masrafla tekne Gelibolu'ya gitmiş olacak.  Fikir güzeldi ama beni aldı bir düşünce, motorum acaba dayanırmıydı o kadar yola. Naci hoca, "Sen dert etme Temmuz'un ilk iki haftası hep Poyraz eser, belki de hiç motor çalıştırmadan gidicez." demez mi. O arada Temmuz geldi, izin aldım, ancak bir haftalık bir izindi bu.  Eşimi ve çocuklarımı 3 Temmuz'da otomobil ile Gelibolu'ya götürdüm; gece 24:00'da eve indik; ben oradan yanıma eski tekneden kalan kürekleri ve çapayı alıp o geceki 01:30 otobüsü ile  geriye döndüm; Kadıköy'e giden otobüsmüş, Kavacık kavşağında indim ve kürekler sırtımda yarım saatlik bir yürüyüşle sabahın 06:00 sularında teknem Gülen Martı'nın yanındayım. O sabah son hazırlıklar yapıldı, marketten konserve Ton balıkları, yumurta, sucuk, Domates, Peynir, Ekmek, Salatalık, Karpuz gibi kumanya alınıp tekneye yerleştirildi. Benzin ikmali yapıldı. Ben 17 litre benzin aldım, Naci hoca 60 litre aldı, nasılsa Poyrazla gidecektik. Naci hocanın teknede bir de misafiri var, Mehmet DOĞAN, abisinin oğlu. Direği indirip motorla Göksu deresinin ağzına çıktık ve bir dubaya bağlanıp direklerimizi dikip yelkenlerimizi hazırladık; gelin görün ki hafif hafif Lodos esiyor. "Naci hocam, nerede Poyraz?" diye sesleniyorum, ne yapsın, o da en az benim kadar üzülüyor. Yapacak birşey yok, deniz bu, ne yapacağı bellimi olur.  Yelkenler sarılı vira bismillah, motora kuvvet. Maceramın bundan sonrasını Kaptan'ın Seyir Defteri'nden (Seyirde aldığım küçük küçük notlardan)  takip edelim:


MİNİ YELKENLİ "Gülen Martı"  SEYİR DEFTERİ
( Göksu / İstanbul  - Burhanlı / Gelibolu )


04.07.2000, Salı   11:15
Göksu / İstanbul'dan çıktık; hava lodos; motor seyri yapıyoruz. Depoda 12 litre, yedekte 5 litre benzinim mevcut.
04.07.2000, Salı  13:00  
Yeşilköy 2.Plaj'da istirahat; namaz ve öğle yemeği molası verdik. Salmanın alt kısmı yıllardan sonra suyu görünce yaprak gibi açılmış ve parçalara ayrılmış, salmasız kaldım, hoş zaten rüzgar da yok ya; uygun bir yerde marangoz bulunup tahtadan da olsa bir salma kestirilecek.  Yeşilköy marinadaki  Opet'den 9 litre süper benzin ikmal edildi.
04.07.2000, Salı   14:00
Yeşilköy'den hareket ettik; motordan korkuyordum ama, iyi gidiyor maaşallah.  Naci hoca'nın teknesinde (Rota 420 Hobby'den tadil, kamaralı) yeğeni Mehmet bey var; motor seyrinde dümencilik yapıyor; rüzgar esmeye başlar da yelken açarsak eğer, o zamanda yekeyi yeğenine bırakır mı acaba yılların yelkencisi ?
04.07.2000, Salı   17:30
Büyükçekmece Koy'unu geçince Baba Burnunda mola verdik; İkindi namazları eda edildi. Hava elvermediğinden hala yelken basamadık; halbuki tam tersini düşünmüştük. Eee deniz bu sana...
04.07.2000, Salı   18:30
İnşa halindeki GÜZELCE Marina'ya vardık ve mola vermeye karar verdik. Akşam yemeği, Namaz ve aramızda yapılan durum değerlendirmesi : Burada konaklayıp rüzgarı mı bekleyelim; motorla mı devam edelim, benzin sarfiyatımız çok gidiyor vb. Naci hocanın kayıtlarına göre Göksu deresi ile Güzelce limanı arası 27 mil imiş; ben, bakımsız 1978 model Mercury 7.5 HP ile 18 litre benzin yaktım, Naci hocanın 9.9 Yamaha'sı ise 10 litre yaktı, işte yeni ile eskinin; bakımlı ile bakımsızın farkı. Gecelemeye Naci hocanın yeğeni misafirim olacağından kamarayı neta etmeye çalışırken eğreti duran ön camı denize düşürdüm, terslik işte; neyseki hava yağmurlu değil.
05.07.2000, Çarş. 05:00
Sabah namazı, kahvaltı, dalarak kamara camı araması;  ancak netice olumsuz, camı bulamadım. Yer işgal etmesin diye çıkartıp teknenin içine almadığım dümen, suyu görünce hafif hafif kabarmaya  başlamış.
05.07.2000, Çarş. 08:30
Güzelce'den hareket ettik.  Yine rüzgar yaprak kımıldatmıyor; motora ve cebimize kuvvet...
05.07.2000, Çarş. 12:30
SİLİVRİ limanına girdik; yakın zannettiğimiz Silivri epey zaman aldı. / Limana girerken beklediğimiz rüzgar çıktı; ancak limana bağlanıp benzin ikmali yapılması lazım; koşarak ben ve Mehmet bey elimizde bidonlar  Benzinciye gidiyoruz;18 litre  benzin ikmal ettim. Dönüp alel acele yelken basıyoruz. Bu ilk yelken denememiz ancak daha burunu dönmeden rüzgar kalıyor ve yine motora kuvvet.
05.07.2000, Çarş. 14:42
KINALI açıklarındayız; Hoca, petrolcü olan yeğeni Mehmet beye denizin ortasındaki petrol platformunu göstermek için açıktan gidiyor; ben ise, Sultanköy Burnunu hedeflemiş, yelkenler açık  ancak faydasız bir şekilde, motorla normal devirde seyrediyorum. Bu gece Tekirdağ'a varsak iyi olur diye düşünüyorum.
05.07.2000, Çarş. 14:54
SULTANKÖY açıklarındayız; rüzgarsızlık Naci hocanın planının değişmesine sebep oldu; Gökçeada'ya gitmekten vazgeçip dümeni Marmara adasına kırdı; ne zaman rüzgar çıkarsa o zaman hareket edecekler. El mecbur Hulusi yoluna devam.
05.07.2000, Çarş. 15:45
Naci hocalar Marmara adasına doğru ufukta kayboydular; ben GÜMÜŞYAKA açıklarındayım.
05.07.2000, Çarş. 16:16
MARMARAEREĞLİSİ'ne yaklaşıyorum; beni Yunus balıkları karşıladı; ancak eşlik etmediler, bilinenin aksine. Rüzgar olmasa da iyi ki yelken basmışım, bu sıcaklarda gölge oluyor bana.
05.07.2000, Çarş. 17:00
MARMARAEREGLİSİ Akaryakıt depo tesislerinin karşısındayım, kaşık çekiyorum, yelkenler hala gölgelik olarak kullanılıyor.
05.07.2000, Çarş. 18:00
Yeni yapılan büyük iskele ile Marmara Ereğlisi Askeri Kampı arasındaki koyda İkindi namazı molası ve Ton balıklı akşam yemeği; çektiğim kaşık işe yaramadı, ben de topladım.
05.07.2000, Çarş. 19:00
Hareket; motor seyrinde dümenle idare ediyorum; büyük kolaylık sağladı; yoksa motorun yekesi hem titreşim yapıyordu hem de  rota tutmadığından sürekli hareket ettirmek gerektiriyordu.
05.07.2000, Çarş. 20:20
Tekirdağ körfezinin tam ortasındayım; 100-200 arası çapari yapan tekne mevcut; adeta aralarından slolom yaparak geçiyorum. Balıkçılardan öğrendiğime göre Tekirdağ Güneş'in battığı noktada yer alıyormuş;  o kadar uzak ki çıplak gözle görülemiyor. Burundan buruna en uzun geçişim olacak; üstelik yapayalnızım, akşam oluyor, yelkenim açık, hala rüzgar yok; inşallah motorum burada da kendini kanıtlar.
05.07.2000, Çarş. 24:00
Allah'a şükür Tekirdağ Balıkçı Barınağı'ndayım. Epey uzun bir koy (Körfez) geçişi oldu, burundan buruna; bundan sonra haritaya göre (denizde karayolu haritası kullanıyorum) dış bükey bir çizgi (kıyı) takip edilecek, haritada dikkate değer bir koy gözükmüyor. Aslında Şerefiye denilen bir yerleşim yerinde konaklayacaktım ama 22:000 sularında her iki yelkeni de basacak kadar Kuzey rüzgarı alınca ben de dayanamadım yelken bastım, hem de gecenin karanlığında; elimde el feneri sağa -sola, yelkenlere çaka çaka gece yarısı barınağa ulaşabildim.
06.07.2000, Perş. 05:00
Tekirdağ balıkçıları sabah balığa giderken çıkardıkları gürültü ile beni uyandırdılar. Benzin almam gerekiyordu, en yakın benzinciye ha şurasıydı, ha burasıydı derken yarım saat yürüdüm; bedensel ihtiyaclar giderildi  ve 22 litre benzin ikmali yapıldı; halen depoda da 5 Lt. benzin mevcut , ceman 27 litre eder. Ver elini Şarköy, Vira Bismillah. Saat: 06:39
06.07.2000, Perş. 07:45
BARBAROS önlerindeyim; Tekirdağ'dan çıkarken tatlı bir Poyraz aldım ve hemen iki yelkeni de bastım. Bir ara Poyraz durur gibi oldu ve sonra Gündoğumuna dirise etti; yelkenler sancak tarafta ve gene yelken+motor ilerliyorum. Günlerdir beklediğim rüzgarı ucundan da olsa biraz görünce kahvaltı yapmayı bile unutmuşum; bugünki hedefim öncelikle Şarköy'e varmak, sonra uygun zaman kalırsa Gelibolu'ya yönelicem.
06.07.2000, Perş. 09:27
Barbaros'u geçince ismini bilemediğim bir burun dönülüyor, burada harika bir rüzgar almaya başladım, keyfim yerine geldi; motoru söndürdüm; hemen burunu dönünce çok güzel bir koy görünüyor ama rüzgara kıyıpta henüz etmediğim kahvaltı için mola veremiyorum.
06.07.2000, Perş. 11:25
O çok beğendiğim koyun adı geçen balıkçılardan öğrendiğime göre DUTLİMANI imiş; kıyamadığım rüzgar birden kalınca bende döndüm ve attım demiri bu canım koya; kendimi de pırıl pırıl masmavi sulara. Biraz yüzdüm, çıkıp vaktinde eda edemediğim sabah namazını kıldım; bir baktım ki dümen sallanıyor; meğerse üstteki paslanmaz menteşenin çivisi düşmüş, yolda düşmüş olamaz, dümen elimde iken farkederdim; berrak suya bir göz attım ki paslanmaz mlz.den imal  çivi parıl parıl parlıyor kumun üzerinde, belli ki yeni düşmüş, yoksa kum yutardı. Hemen dalıp aldım. Neyseki alet kutusu tam tekmil yanımda, demir testeresi ile çivinin üst kenarına bir segman kertiğine benzer bir kertik açtım ve telden de segman görevi yapacak bir parça yapıp yerine taktım, eskisinden sağlam oldu. Tamirat bittikten sonra, kuşların cıvıltılı şarkıları eşliğinde   Ton balıklı kuvvetli bir kahvaltı yaptım; güya koya uğramıyacaktım, burada farkında olamadan tam iki saat harcamışım  ve 11:25'de Vira Bismillah.
06.07.2000, Perş. 14:00
MÜREFTE fenerinin önlerindeyim; rüzgar yok, ancak deniz karmakarışık, sağa sola, öne-geriye yalpalamaktan zor ilerliyorum; tecrübeli bir denizci bu ipucundan bir sonuç çıkarır ama benim gibi tecrübesize birşey ifade etmiyor. Hava mevsim normallerinin üzerinde sıcak; Hükümet de bu yüzden kamu kuruluşlarını bir hafta tatil etti. Bu saatlerde Güneş tepeden geldiği için, yelkeni gölgelik olarak kullanamıyorum. Tente germek için epey uğraşıyorum ama teknenin pupasında bir yükseklik bulunmadığından tente germek mümkün olmuyor; ben de geçici çözüm için küreğin birisini köşeye dayayıp sırtımla da sıkıştırarak ucuna tenteyi bağlıyorum. Bu arada tentenin ne kadar gerekli olduğunu da yaşayarak anlamış oluyorum.
06.07.2000, Perş. 14:30
Rüzgar başladı, hemde Pupa'dan; yarım saat önceki denizin karmakarışık olması bu rüzgara delalet ediyormuş demek ki; kendiliğimden ayıbacağını öğrendim, uçarak gidiyorum. Malum, flok bir tarafta, ana yelken öbür tarafta olunca Ayıbacağı deniliyor, bu usulde alabildiğine hızlı gidiliyor, ancak tam rüzgar altına gitmek zorundasınız, hafif iskeleye  ve sancağa dümen kırmanız gerektiğinde ayı bacağı pozisyonu tutmuyor.
06.07.2000, Perş. 16:07
ŞARKÖY'e girmek üzereyim, buraya kadar hep pupadan rüzgar aldım, harika bir duygu, İstanbul'dan bu yana umduğumuz rüzgarı ilk defa burada buldum ve hayatımın ilk yelken seyri diyebilirim son birbuçuk saatlik seyre. Tekirdağ ile Şarköy arasında  bir depo (12 Lt.) benzin yaktım, bunda rüzgarın olumlu katkısı büyük. Hala yedekte 15 litre mevcut ama yola devam etmeye güvenemiyorum, bir depo daha benzin alıcam. Şarköy'de ikmal için mola vermemiş olsaydım belkide akşam üzeri Gelibolu'da olurdum diye düşünüyorum.
06.07.2000, Perş. 17:33
ŞARKÖY'den 11 litre benzin ikmali yaptım. Balıkçı barınağına girişte  bir balıkçı teknesinin üzerine aborda olurken yandaki teknenin üstünde hem şarkılar söyleyip hem de beni izleyen 7-8 yaşlarındaki kızlara içme suyu  sorunca, bidonumu isteyip okullarının yanındaki herkesin sıra bekleyerek su aldığı çeşmeden doldurmayı teklif ettiler, bende verdim bidonu ellerine; benzin ikmalinden dönünce baktım doldurmuşlar bidonu; hemen bir bardak test maksadıyla içtim ki hakikaten sıra bekleyerek  almaya değecek değerde bir su imiş. Bu yardımsever, şirin  kızlara teşekkür ederek çıktım barınaktan.
06.07.2000, Perş. 18:15
Şarköy'den yine harika bir Poyraz ile çıktım; pupa seyrinde uçarak gidiyorum. Dikkatimin tamamı yelkenlerin üstünde; iskotaları elimde tutuyorum, ters bir rüzgar alırım da alobora olurum diye. Yelkenler ayıbacağı; dalga boyları rüzgarla birlikte yükseliyor. Bu rüzgar İstanbul'dan itibaren olsaydı seyir üç gün değil birbuçuk günde biterdi diye hesap ediyorum.
İsmini bilmediğim, Şarköy'ün güneyindeki burunda yer alan fener geçildi.
06.07.2000, Perş. 21:17
Bolayır altlarındayım; hava karardı, neyse ki ay aydınlığı,  ismini sonradan öğrendiğim denizin ortasındaki Doğanaslan fenerini bordaladım. Barınacak yer bakıyorum ama görünürde bir ışık dahi yok, bu şartlarda kıyıya yaklaşamam, mecburen karanlıkta olsa yola devam etmek daha emniyetli değerlendirmesinde bulunuyorum. Dalgalar beni kaldırıp kaldırıp indiriyor; dümene epey yük biniyor.
06.07.2000, Perş. 23:00
22:00 sularında Doğanaslan açıklarında korktuğum başıma geldi, elimdeki dümen birden boşladı; bu defa da alttaki menteşenin pirinçten uydurduğum çivisi kırılmış. Durum tehlikeli, hemen ani durum değerlendirmesi yaptım ve başladım kendime komutlar vermeye, "Hulusi, dümeni içeri al", aldım; "Hulusi, anayelkeni indir", pat pat pat, indiriyorum; "Hulusi, motoru çalıştır", emektar Allah'a şükür bir çekişte çalışıyor ve dümen görevini üstleniyor; şükrediyorum, vartayı atlattık sayılır. Flok açık duruyor; bu ön yelken hem seyri hızlandırıyor, hem de rota tutmaya yarıyor. Karşıdan görünen ışıkları ben önce Anadolu yakasındaki Lapseki ve Çardak'a ait ışıklar zannettim ve dümeni sancağa kırdım; bir baktım ki kıyının üzerine gidiyorum, hemen iskeleye döndüm. Çok dikkatle bakıyorum ama bir türlü Gelibolu fenerini göremiyorum. Meğerse tekne alçak olduğu için yüksek rakımlı Yıldırım Kışlası burnu (Eğritaş) arkasında kalan feneri saklıyormuş  Görünen koyu ışıklar da Lapseki değil Gelibolunun eski çöp dökülen, yeni sayfiye yeri Eğritaş imiş. Bunu farkedince hemen açığa aldım ve  çakan  feneri gökyüzünde farkedebildim. Dalgalar hala beni kaldırıp kaldırıp indiriyor. Olası kötü durumlar için alternatif çözümler tasarlıyorum; mesela, motorum da arıza yaparsa küreklerimle tekneye yön veririm, zaten açık  olan flok da beni hareket ettirir ve Gelibolu'ya kadar ulaşırım diyorum. Neyse, daha kötüsü olmadı, emektar 78'lik Mercury beni sağ salim Gelibolu'ya getirdi. Teknenin yüksek kenarlı olması o kadar dalgada benim kuru kalmamı da sağladı, hiç ıslanmadım desem yeridir.  Gelibolu fenerini geçtim, artık Gelibolu'nun yürüyüş güzergahına yakın seyrediyorum; el feneri ile yine sağa-sola ve yelkenlere ışık çakıyorum; ileriye ışık çaktığımda birden irkildim, önümde fosforlu bir şnorkel, hemen açığa kırdım, neyseki fosforlu şnorkel gece dalışı yapan adamı farketmemi sağladı, epey korktum. Sağ salim geldim derken hiç akla gelmeyecek bir kaza yapıyordum. Gelibolu'nun iç limanına girdiğimde samimi bir şükür çektim, işte sağ salim memleketime ulaşmıştım. Ulaşmıştım ama mecalimde tükenmişti; telefon edecek  gücü bile bulamadım,  benim tekneden biraz büyük bir yelkenlinin yanına çekip, bağlayıp vurdum kafayı.
07.07.2000, Cuma. 07:00
Derin bir uyku çekmişim, uyandığımda epey heyecanlıydım; telefon ettikten hemen sonra  palamarları çözdüm, rüzgar kalmış, ancak ben yelkenleri açtım yinede, ee kolay mı bir yelkenli tekne getiriyoruz. Köyümüz Burhanlı, karayolu ile Gelibolu'ya 15 Km uzaklıkta, denizden ne kadar mesafededir bilemiyorum; bir saatte köye ulaştım; kuzeydeki Dırak Burnunu dönünce balıkçı teknelerinin bağlandığı köyün altındaki koyda ailemi beni beklerken buldum; sonradan takılıyorum, bir boru trampet takımınız eksikti diye. Koyda şöyle bir tur atıp yanlarına yanaştım; benim gibi bir acemiye uzun sayılabilecek bu üç günlük seyir ve beraberindeki hasret, mutlu sona ermişti; şükürler olsun, darısı nice deniz aşıklarının başına.   Babam, "Tekne tahminimden daha iyiymiş" diyor; annem de "Bekleyen derviş, muradına ermiş" diye ekliyor, benim yıllardır bu uğurda verdiğim  çabayı ve hayallerimi kastederek. Allah'ın izni ile daha mükellefine de sıra gelecek.

                  Tekneyi köye getirdikten iki gün sonra tatilim bitti, İstanbul'a işime döndüm. Bir sonraki hafta sonu tatili için Cuma akşamı  köye döndüğümde kötü haberi aldım; tekne bir yasa tanımaz  yolcu vapurunun dev dalgalarıyla karaya vurmuş; Allah'a şükür ki sahil kumluk tekneye birşey olmamış. Babam, zaten böyle bir neticeyi bekliyor, beni de ikaz ediyordu; hemen 40 litrelik büyük bir plastik bidonun içinden 16'lık inşaat demirleri geçirdim ve içine de beton dökerek bir tonoz hazırladım; ucuna da 10'luk 5 metre bir galvanizli zincir ve şamandıra bağladım. Sonra da Babamla birlikte bağlama yerimize ahşap bir iskele yaptık, 1 metre eninde, 25 metre uzunluğunda. İskelenin doğru ilerisine hazırladığım tonozu teknenin arkasına asarak taşıdım ve 40 metre kadar ileriye attım.  Teknenin baş bağlama ipi şamandıranın ucundaki fırdöndönön içinden geçip iskeleye geliyor; kıç bağlama ipini boşlayıp, baş ipini de çekince tekne açılıyor ve kıyı dalgalarından kurtuluyor. Bu sistem epey takdir topladı ama her perşembe sabah 07:00 sularında İstanbul istikametine giden, aynı günün gecesi de Çanakkale istikametine dönen mavi renkli o sözkonusu yolcu gemisi bu defada zinciri kopartmak suretiyle tekneyi karaya attı. Gelde çıldırma, nerede Boğazda 10 milin üzerinde sürat yapılmaz diyen mevzuat ve onun takipçileri. Sadece ben değilim zarara uğrayan, benim tekne gibi onlarcası var hasara uğrayan, karaya atılan. Toplanıp bir dilekçe yazdık; ekine aynı hususta yazılmış 1995 ve 1997 tarihli dilekçeleri koyup Çanakkale Valiliğine gönderdik; talebimiz öncelikle mevzuat hilafında seyreden gemilerin süratlerinin sınırlandırılması, ikinci ve en önemlisi de ekmeğini denizden çıkaran onlarca vatandaşı bulunan Burhanlı köyüne bir balıkçı barınağı yapılması. Proje çalışmaları 1993 yılında tamamlanmış olan Balıkçı Barınağı için devlet yıllardır ödenek tahsisinde  bulunmuyor ve halk da doğal etkilere açık bu koyda diken üzerinde bekliyor. İşin kötü ve üzücü tarafı; bizim dilekçeyi vermemizin üzerinden aylar geçmesine rağmen hala o mavi gemi her perşembe aynı süratte geçiyor (25 mil süratinde olduğu tahmin ediliyor) ve kıyıları allak bullak ediyor; devletimizde maalesef otaritesini gösterip bir tedbir alamıyor, almıyor.  (NOT: Dilekçemiz 2001 yaz’ında etkisini gösterdi, Çanakkale Milletvekillerimiz Sn. Nevfel ŞAHİN ve Sadık KIRBAŞ beyler konuya duyarlılık ve hatta beni arama ve bilgilendirme nezaketini gösterdiler; Yunan bandıralı Olimpic Voyager isimli gemi normal süratinde geçmeye başladı; ancak hala bir Balıkçı Barınağımız yok, bu konunun da takipçisi olacağız.)


Bundan beş yıl kadar önce idi; Samsun, Sinop, Zonguldak kıyılarını takiben ve otomobille karadan gezerek seyahat etme imkanı bulmuştum. Sinop'un Akliman'ı ile Gerze'deki Gideros koylarında gördüğüm yabancı bandıralı tekneler ve göremediğim yerli tekneler beni ziyadesiyle duygulandırmıştı. İşte bu duygularla  dedimki; Allahım ne olur bana da kısmet et bir tekne ve buralara bir de deniz yolu ile gelebileyim; sancağımızı buralarda dalgalandırayım. Ve başladım çabaya; henüz oralara kadar seyredecek bir tekne edinemedim ancak herşeyin tedrici olması, adım adım elde edilmesi güzeldir; kısmet bundan sonraya.  Allah, Dünya denizlerinde Türk Bayrağını dolaştıran yürekli denizcilerimizin miktarını arttırsın; onların yar ve yardımcısı olsun. Kalın sağlıcakla.