Merhaba;
Ben, Rota yapımı Martı modeli minik
(4.25 Mt.) bir yelkenlisi olan deniz müptelasıyım. Sözkonusu teknemi Haziran
2000'de İstanbul Göksu deresinden satın aldıktan sonra denizden üç günlük bir
seyahat ile Gelibolu'ya götürdüm. Bu seyehatin öyküsü Yelken Dünyası NİSAN 2001 sayısında
yayınlandı; ayrıca, minik yelkenli öykülerine meraklılar için internet ortamına
da gönderiyorum.
Teknem
halihazırda Gelibolu'da ve karada. Teknemi seyyar hale getirmek için
İstanbul'da bir treyler hazırladım. Ancak, henüz arabamın arkasına çeki topuzu
taktıramadım ve de ruhsatına işletemedim. Bu işlemleri gerçekleştirdiğim
takdirde planım, tekneyi kara yolu ile İstanbul'a taşıyıp tadı damağımda kalan
İst.-Gelibolu seyahatimi tekrarlamak. Hakim rüzgar Poyraz, İstanbul'dan
Gelibolu'ya pupa seyrinde, üstelik de bedava götürüyor. Ayrıca, hafta sonları
İstanbul'da (mesela Haliç'de) denize atarak Boğaz’da ve Marmara’da küçük
seyahatler yapmak istiyorum.
İkinci
hayalim ise bir yarış ekibine katılmak. Yaşım 37, sporcuyum, Cumartesi ve Pazar
tatillerimin tamamını bu konuya ayırabilirim, aşağıda okuyacağınız gibi az da
olsa bir tecrübem var. Ama en önemlisi bitmek tükenmek bilmeyen yelken sevdam
mevcut. Skipper’lara duyurulur. 21/01/2002
Hulusi
GÜLEN hulusigulen@yahoo.com
hulusigulen@gmail.com
hulusigulen@hotmail.com
"BEKLEYEN
DERVİŞ MURADINA ERMİŞ"
Eski teknem GÜLEN-1'i
(Polimarin yapısı, 4,13 Mt.) Kurban Bayramında memleketim olan Gelibolu -
Burhanlı Köyü'ne gittiğimde, yol kenarına çekmiş ve üzerine de
"SATILIK" levhasını koymuştum. Sonra da tekne aramaya başlamıştım.
Önce, istediğim tipte bir yelkenli bulamayabilirim diye köyümüzün tek tekne
ustası Şinasi usta ile 4,5 metrelik bir tekne için konuştum, istediğim tipte (Kürekli, dıştan motorlu,
derin karinalı, yelkenli) bir tekne yapabileceğini söyledi, hatta hemen
başlamayı bile teklif etti. Ben biraz daha düşüneyim ve bu arada da satılığa
çıkardığım teknem satılsın, sermaye olsun dedim. İstanbul'a dönünce tekne
araştırmalarıma devam ettim. Birgün Babam, birisi tekne ile ilgileniyor,
telefonunu verdim dedi, sevindim. Sonra o şahış aradı, pazarlık yapıldı,
anlaştık.
Sermayem oluşunca Babam
vasıtasıyla Şinasi abiye haber saldım, fakat işleri yoğunlaşmış ve tekne yapımı
fiyatını da arttırmış. Aldı beni bir düşünce, bu yaz'ı teknesiz mi geçiricem
diye. O arada Babamdan, bir yazlıkçı
abinin sandalının motoru ile beraber satıldığını duydum; ucuzdu ama
1960'ların teknesi idi ve de benzinli içten takma motoru vardı, biraz düşüneyim
dedim. Alacaktım artık, başka çarem kalmamıştı; son defa bir de Göksu deresine
gidip, oraları bir kolacan etmek düştü aklıma.
Haziran ay'ı gelmiş, Yelken
Dünyası dergisi yayımlanmış ve benim OCAK 2000'de gönderdiğim mektubum da
Okuyucu Mektupları köşesinde çıkmıştı.
Okumayanlar için özetlemek gerekirse;
çağımızın gereği, ihtiyaç duyupta satın aldığımız eşyaların genelde
compact sistemler olduğundan bahisle, kol saatinin artık yalnız zamanı gösteren
bir cihaz olmadığı, aynı zamanda Tlf. Rehberi, Ajanda, Kronometre, Pusula vb;
sistemleri ihtiva ettiği gibi deniz araçlarında da benzeri taleplerin sözkonusu
olduğu, ancak arzın bu taleplere özellikle Türkiye içinde cevap veremediğini
belirtmiş; şöyle 4,50 metre boyunda, boğazda bağladığınızda dalgalardan
batmayacak kadar yüksek kenarlı, seyyar salmalı, seyyar arma tertibatı ve
dümeni olan, kıçtan motor takılabilen,
istenirse kürekle de yürütülebilen, fiberglass konstrüksiyonlu bir tekne
aradığımdan bahsetmiş ve varsa böyle tekne üreticilerinin adreslerinden haberdar olmak istemiştim.
Mektup yayımlanır yayımlanmaz olumlu telefonlar gelmeye başladı. O arada
İzmir'deki Rota firmasından da bir zarf içinde üst yazısız olarak ürün
çeşitlerini gösteren bir broşür geldi; incelediğimde sözkonusu mektubumda
birarada olmasını istediğim özelliklere uyan bir üretimlerinin olduğunu
kastederek bu broşürü gönderdiklerini anladım. Bu ürün 4.25 M.lik Martı modeli
idi; daha dikkatle incelediğimde aklım da yatmadı değil; tam aradığım tekne idi
ancak fiyatı da motorsuz , yelkenler dahil 1,7 milyar civarında idi; ikinci eli
ucuz olurdu ama nereden bulacaktım. Sonra ilgili firmaya telefon edip bu
taraflarda bayilerinin olup olmadığını sordum; yokmuş; satılmış tekneleri
varmıydı; varmış ama hangi limandadır bilemezlermiş. Bu iş te suya düşmüştü. O arada dergimizin yazarı Fazlı Cemil
Akmansoy bey ile görüştüm, mesele ile çok ilgilendi, hatta istediğim özellikte
planları olan eski bir ustanın oğlundan bahsetti ve benimle irtibata
geçireceğini söyledi. Ayrıca Avukat Mehmet Akbaş isimli bir beyden bir mektup
aldım, AKBAŞ 5, 6 ve 7'nin planlarını göndermiş; "Herkes için tekne"
sloganı ile çıkmış yola ve hakikaten de halk tipi çok güzel teknelerin
imalatını yapıyormuş. Fiyatı 8000 DM. civarı.
Aklımda Göksu deresi vardı
ya, aklımda kalmasın deyip bir Pazar sabahı ailece yollandık oraya. Derenin
kenarında yürürken Göksu Marin diye bir flama gördüm ve daldım içeriye. Sahibi
imiş konuştuğum, aradığım tekne özelliklerini sıralayınca, "Bak şu
karşıdaki ağacın altında emekli bir hoca var, şu anda kendine bir minik
yelkenli tekne tadil ediyor, eski teknesi de orada, onu da bildiğim kadarıyla
satıyor. Ayrıca ileride köprünün altında da küçük bir tekne var, o da satılık,
üzerindeki tabeladan irtibat telefonunu alabilirsin..." dedi. Ben hemen
derenin karşısına geçip çalışmaya dalmış olan Hocanın yanına yaklaştım ve
tanıştım; ismi Naci DOĞAN imiş, emekli Beden Eğitimi öğretmeni, 30 yıllık
yelkenci. Satılığa çıkarttığı minik yelkenli ile hanımını da yanına alarak
Marmara adasına kadar gitmiş. Salması olmadığı için orsa seyrine gelmiyor diye
tekneden soğumuş satıyor. Şu anda da Rota firmasının Hobby isimli 4.20 m.
ebadındaki orijinalde açık tip olan teknesine bir kamara ilave ediyor, arka
kısmının yanlarını yükseltiyor; bu defa bununla Gökçeada'ya gideceğini söylüyor.
Tam benlik bir arkadaş, sohbet koyu, sohbete eşim de dahil oldu, Hoca'nın
konuşmaları eşim Özlem hanımı da etkiledi, her geçen gün deniz'e daha çok
ısınıyor. Hoca ile sohbetten sonra köprünün altındaki diğer teknenin yanına
gittik; bir de ne görelim benim aradığım Rota firmasının Martı modeli
yelkenlisi değilmi; gökte ararken yerde bulduk. İyi bir inceledim, üstündeki
telefonu alıp aradım; ama cevap veren yok. Sonra çaresiz , cevredekilere not ve
kart bırakarak oradan ayrıldık. Hafta içi sürekli telefonu arıyorum ama cep
telefonu kapalı, cevap yok. Nihayetinde hafta sonuna doğru cevap verildi;
teknenin sahibi ile buluştuk. Tekne, yelkenleri, 15 HP Mariner motoru ve çekici
arabası ile satılık; aldığı fiyat olan 5000
DM'a satıyor. Satıcı arkadaşın dediğine göre gazeteye ilan filanda vermiş ve
tekne bir yıldır satılmayı bekliyormuş; benim gibi meraklısı olacakta alacak.
Tabii benim o parayı vermem imkansız;
motor ve treyleri ayırıp bir fiyat söylemesini istedim; biraz indi; rakam yine
bana fazla gelince bu defa treyleri de dahil ettik filan; velhasıl pazarlık
ortada biryerlerde buluşunca bitti. 14.06.2000 Pazar günü buluşup tekneyi,
yelkenleri ve Treyler'i devraldım ve hazırlıklar başladı. Yelkenler hiç
kullanılmamış ama, dışarıda kaldığından epey hırpalanmış, eve getirip çamaşır
makinasında yıkadık, sonra gidip teknede arma donatarak eksiklerini tespit
ettik. Naci hoca eksiklerin tespitinde bana çok yardımcı oldu; Allah da ondan
razı olsun. Teknenin eski sahibi hiç yelken kullanmamış ve de orijinalde kapalı
üretilen salma deliğini açtırmamış; Hoca bu deliğin açılmasında ve dümen
çivisinin (iğneciğinin) takılmasında da bana epey yardım etti. Ayrıca, aralarda
onun çalışmalarını da izleyerek tekne tamiratı konusunda bilgi sahibi
oluyordum. Tekne ve treyler alınınca geriye bunları memlekete götürmek
kalıyordu. Götürmek içinde arabamın arkasına çeki demiri taktırmalı ve ruhsata
işletmeliydim. Bunun araştırmasını yaparken 7,5 HP Mercury marka bir motorun
uygun fiyata satıldığını öğrendim. Niyetimde bu yıl motor almak yoktu, ancak
fiyatı makul gelince motoru bir inceledim ki hakikaten çalışması güzel bir
motor. Satıcı, geri dönmeyen bir çek'in karşılığı olarak almış motoru ve
şimdide elinden çıkarmak istiyor; motorun tespit edebildiğim tek eksiği yakıt
deposu ile tespit civatalarının üzerinde mevcut olmaması. İyi bir pazarlıkla bir de motor sahibi oldum.
Eksikliklerini kolaylıkla tamamladım ve o hafta sonu ailemle boğazda çapari
bile yaptım; doyamadım, hafta içi mesaiden sonra, benim gibi deniz meraklısı
arkadaşlarım Cengiz ve Hasan beyler ile boğaza çıkıp çapariye devam ettik;
harika bir duygu. Hazırlıklar iki hafta
boyunca sürdü, arabamın arkasına çeki demiri taktırmak orijinali
bulunmadığından ve de ruhsatına işlenmesi gerektiğinden mümkün olamadı; bu defa
da çeki kancalı otomobil veya taşımak için kamyon aramaya başladım; ancak
kamyonla sevkiyatta da problemler çıktı;
tam çaresizlik içinde kıvranırken; Naci hocadan müthiş bir teklif geldi;
"4 Temmuz'da ben teknemle Gökçeada'ya doğru yola çıkıyorum, gelirsen beraber
gideriz...." Harika, bundan iyisi ne olabilir, hem tecrübeli birisinin
mihmandarlığında yelken öğrenicem, hem de çok daha az masrafla tekne
Gelibolu'ya gitmiş olacak. Fikir güzeldi
ama beni aldı bir düşünce, motorum acaba dayanırmıydı o kadar yola. Naci hoca,
"Sen dert etme Temmuz'un ilk iki haftası hep Poyraz eser, belki de hiç
motor çalıştırmadan gidicez." demez mi. O arada Temmuz geldi, izin aldım,
ancak bir haftalık bir izindi bu. Eşimi
ve çocuklarımı 3 Temmuz'da otomobil ile Gelibolu'ya götürdüm; gece 24:00'da eve
indik; ben oradan yanıma eski tekneden kalan kürekleri ve çapayı alıp o geceki
01:30 otobüsü ile geriye döndüm;
Kadıköy'e giden otobüsmüş, Kavacık kavşağında indim ve kürekler sırtımda yarım
saatlik bir yürüyüşle sabahın 06:00 sularında teknem Gülen
Martı'nın yanındayım. O sabah son hazırlıklar yapıldı, marketten
konserve Ton balıkları, yumurta, sucuk, Domates, Peynir, Ekmek, Salatalık,
Karpuz gibi kumanya alınıp tekneye yerleştirildi. Benzin ikmali yapıldı. Ben 17
litre benzin aldım, Naci hoca 60 litre aldı, nasılsa Poyrazla gidecektik. Naci
hocanın teknede bir de misafiri var, Mehmet DOĞAN, abisinin oğlu. Direği
indirip motorla Göksu deresinin ağzına çıktık ve bir dubaya bağlanıp
direklerimizi dikip yelkenlerimizi hazırladık; gelin görün ki hafif hafif Lodos
esiyor. "Naci hocam, nerede Poyraz?" diye sesleniyorum, ne yapsın, o
da en az benim kadar üzülüyor. Yapacak birşey yok, deniz bu, ne yapacağı
bellimi olur. Yelkenler sarılı vira bismillah,
motora kuvvet. Maceramın bundan sonrasını Kaptan'ın Seyir Defteri'nden (Seyirde
aldığım küçük küçük notlardan) takip
edelim:
MİNİ
YELKENLİ "Gülen Martı" SEYİR DEFTERİ
(
Göksu / İstanbul - Burhanlı / Gelibolu )
04.07.2000, Salı
11:15
Göksu / İstanbul'dan çıktık; hava
lodos; motor seyri yapıyoruz. Depoda 12 litre, yedekte 5 litre benzinim mevcut.
04.07.2000, Salı
13:00
Yeşilköy 2.Plaj'da istirahat; namaz ve öğle yemeği molası
verdik. Salmanın alt kısmı yıllardan sonra suyu görünce yaprak gibi açılmış ve
parçalara ayrılmış, salmasız kaldım, hoş zaten rüzgar da yok ya; uygun bir
yerde marangoz bulunup tahtadan da olsa bir salma kestirilecek. Yeşilköy marinadaki Opet'den 9 litre süper benzin ikmal edildi.
04.07.2000, Salı
14:00
Yeşilköy'den hareket ettik; motordan
korkuyordum ama, iyi gidiyor maaşallah.
Naci hoca'nın teknesinde (Rota 420 Hobby'den tadil, kamaralı) yeğeni
Mehmet bey var; motor seyrinde dümencilik yapıyor; rüzgar esmeye başlar da
yelken açarsak eğer, o zamanda yekeyi yeğenine bırakır mı acaba yılların
yelkencisi ?
04.07.2000, Salı
17:30
Büyükçekmece Koy'unu geçince Baba
Burnunda mola verdik; İkindi namazları eda edildi. Hava elvermediğinden hala
yelken basamadık; halbuki tam tersini düşünmüştük. Eee deniz bu sana...
04.07.2000, Salı
18:30
İnşa halindeki GÜZELCE Marina'ya vardık
ve mola vermeye karar verdik. Akşam yemeği, Namaz ve aramızda yapılan durum
değerlendirmesi : Burada konaklayıp rüzgarı mı bekleyelim; motorla mı devam
edelim, benzin sarfiyatımız çok gidiyor vb. Naci hocanın kayıtlarına göre Göksu
deresi ile Güzelce limanı arası 27 mil imiş; ben, bakımsız 1978 model Mercury
7.5 HP ile 18 litre benzin yaktım, Naci hocanın 9.9 Yamaha'sı ise 10 litre
yaktı, işte yeni ile eskinin; bakımlı ile bakımsızın farkı. Gecelemeye Naci
hocanın yeğeni misafirim olacağından kamarayı neta etmeye çalışırken eğreti
duran ön camı denize düşürdüm, terslik işte; neyseki hava yağmurlu değil.
05.07.2000, Çarş. 05:00
Sabah namazı, kahvaltı, dalarak kamara
camı araması; ancak netice olumsuz, camı
bulamadım. Yer işgal etmesin diye çıkartıp teknenin içine almadığım dümen, suyu
görünce hafif hafif kabarmaya başlamış.
05.07.2000, Çarş. 08:30
Güzelce'den hareket ettik. Yine rüzgar yaprak kımıldatmıyor; motora ve
cebimize kuvvet...
05.07.2000, Çarş. 12:30
SİLİVRİ limanına girdik; yakın zannettiğimiz
Silivri epey zaman aldı. / Limana girerken beklediğimiz rüzgar çıktı; ancak
limana bağlanıp benzin ikmali yapılması lazım; koşarak ben ve Mehmet bey
elimizde bidonlar Benzinciye
gidiyoruz;18 litre benzin ikmal ettim.
Dönüp alel acele yelken basıyoruz. Bu ilk yelken denememiz ancak daha burunu
dönmeden rüzgar kalıyor ve yine motora kuvvet.
05.07.2000, Çarş. 14:42
KINALI açıklarındayız; Hoca, petrolcü
olan yeğeni Mehmet beye denizin ortasındaki petrol platformunu göstermek için
açıktan gidiyor; ben ise, Sultanköy Burnunu hedeflemiş, yelkenler açık ancak faydasız bir şekilde, motorla normal
devirde seyrediyorum. Bu gece Tekirdağ'a varsak iyi olur diye düşünüyorum.
05.07.2000, Çarş. 14:54
SULTANKÖY açıklarındayız; rüzgarsızlık
Naci hocanın planının değişmesine sebep oldu; Gökçeada'ya gitmekten vazgeçip
dümeni Marmara adasına kırdı; ne zaman rüzgar çıkarsa o zaman hareket
edecekler. El mecbur Hulusi yoluna devam.
05.07.2000, Çarş. 15:45
Naci hocalar Marmara adasına doğru
ufukta kayboydular; ben GÜMÜŞYAKA açıklarındayım.
05.07.2000, Çarş. 16:16
MARMARAEREĞLİSİ'ne yaklaşıyorum; beni
Yunus balıkları karşıladı; ancak eşlik etmediler, bilinenin aksine. Rüzgar
olmasa da iyi ki yelken basmışım, bu sıcaklarda gölge oluyor bana.
05.07.2000, Çarş. 17:00
MARMARAEREGLİSİ Akaryakıt depo
tesislerinin karşısındayım, kaşık çekiyorum, yelkenler hala gölgelik olarak
kullanılıyor.
05.07.2000, Çarş. 18:00
Yeni yapılan büyük iskele ile Marmara
Ereğlisi Askeri Kampı arasındaki koyda İkindi namazı molası ve Ton balıklı
akşam yemeği; çektiğim kaşık işe yaramadı, ben de topladım.
05.07.2000, Çarş. 19:00
Hareket; motor seyrinde dümenle idare
ediyorum; büyük kolaylık sağladı; yoksa motorun yekesi hem titreşim yapıyordu
hem de rota tutmadığından sürekli
hareket ettirmek gerektiriyordu.
05.07.2000, Çarş. 20:20
Tekirdağ körfezinin tam ortasındayım;
100-200 arası çapari yapan tekne mevcut; adeta aralarından slolom yaparak
geçiyorum. Balıkçılardan öğrendiğime göre Tekirdağ Güneş'in battığı noktada yer
alıyormuş; o kadar uzak ki çıplak gözle
görülemiyor. Burundan buruna en uzun geçişim olacak; üstelik yapayalnızım,
akşam oluyor, yelkenim açık, hala rüzgar yok; inşallah motorum burada da
kendini kanıtlar.
05.07.2000, Çarş. 24:00
Allah'a şükür Tekirdağ Balıkçı
Barınağı'ndayım. Epey uzun bir koy (Körfez) geçişi oldu, burundan buruna;
bundan sonra haritaya göre (denizde karayolu haritası kullanıyorum) dış bükey
bir çizgi (kıyı) takip edilecek, haritada dikkate değer bir koy gözükmüyor.
Aslında Şerefiye denilen bir yerleşim yerinde konaklayacaktım ama 22:000
sularında her iki yelkeni de basacak kadar Kuzey rüzgarı alınca ben de
dayanamadım yelken bastım, hem de gecenin karanlığında; elimde el feneri sağa
-sola, yelkenlere çaka çaka gece yarısı barınağa ulaşabildim.
06.07.2000, Perş. 05:00
Tekirdağ balıkçıları sabah balığa
giderken çıkardıkları gürültü ile beni uyandırdılar. Benzin almam gerekiyordu,
en yakın benzinciye ha şurasıydı, ha burasıydı derken yarım saat yürüdüm;
bedensel ihtiyaclar giderildi ve 22
litre benzin ikmali yapıldı; halen depoda da 5 Lt. benzin mevcut , ceman 27
litre eder. Ver elini Şarköy, Vira Bismillah. Saat: 06:39
06.07.2000, Perş. 07:45
BARBAROS önlerindeyim; Tekirdağ'dan
çıkarken tatlı bir Poyraz aldım ve hemen iki yelkeni de bastım. Bir ara Poyraz
durur gibi oldu ve sonra Gündoğumuna dirise etti; yelkenler sancak tarafta ve
gene yelken+motor ilerliyorum. Günlerdir beklediğim rüzgarı ucundan da olsa
biraz görünce kahvaltı yapmayı bile unutmuşum; bugünki hedefim öncelikle
Şarköy'e varmak, sonra uygun zaman kalırsa Gelibolu'ya yönelicem.
06.07.2000, Perş. 09:27
Barbaros'u geçince ismini bilemediğim
bir burun dönülüyor, burada harika bir rüzgar almaya başladım, keyfim yerine
geldi; motoru söndürdüm; hemen burunu dönünce çok güzel bir koy görünüyor ama
rüzgara kıyıpta henüz etmediğim kahvaltı için mola veremiyorum.
06.07.2000, Perş. 11:25
O çok beğendiğim koyun adı geçen
balıkçılardan öğrendiğime göre DUTLİMANI imiş; kıyamadığım rüzgar birden
kalınca bende döndüm ve attım demiri bu canım koya; kendimi de pırıl pırıl
masmavi sulara. Biraz yüzdüm, çıkıp vaktinde eda edemediğim sabah namazını
kıldım; bir baktım ki dümen sallanıyor; meğerse üstteki paslanmaz menteşenin
çivisi düşmüş, yolda düşmüş olamaz, dümen elimde iken farkederdim; berrak suya
bir göz attım ki paslanmaz mlz.den imal
çivi parıl parıl parlıyor kumun üzerinde, belli ki yeni düşmüş, yoksa
kum yutardı. Hemen dalıp aldım. Neyseki alet kutusu tam tekmil yanımda, demir
testeresi ile çivinin üst kenarına bir segman kertiğine benzer bir kertik açtım
ve telden de segman görevi yapacak bir parça yapıp yerine taktım, eskisinden
sağlam oldu. Tamirat bittikten sonra, kuşların cıvıltılı şarkıları
eşliğinde Ton balıklı kuvvetli bir
kahvaltı yaptım; güya koya uğramıyacaktım, burada farkında olamadan tam iki
saat harcamışım ve 11:25'de Vira
Bismillah.
06.07.2000, Perş. 14:00
MÜREFTE fenerinin önlerindeyim; rüzgar
yok, ancak deniz karmakarışık, sağa sola, öne-geriye yalpalamaktan zor
ilerliyorum; tecrübeli bir denizci bu ipucundan bir sonuç çıkarır ama benim
gibi tecrübesize birşey ifade etmiyor. Hava mevsim normallerinin üzerinde
sıcak; Hükümet de bu yüzden kamu kuruluşlarını bir hafta tatil etti. Bu
saatlerde Güneş tepeden geldiği için, yelkeni gölgelik olarak kullanamıyorum.
Tente germek için epey uğraşıyorum ama teknenin pupasında bir yükseklik
bulunmadığından tente germek mümkün olmuyor; ben de geçici çözüm için küreğin
birisini köşeye dayayıp sırtımla da sıkıştırarak ucuna tenteyi bağlıyorum. Bu
arada tentenin ne kadar gerekli olduğunu da yaşayarak anlamış oluyorum.
06.07.2000, Perş. 14:30
Rüzgar başladı, hemde Pupa'dan; yarım
saat önceki denizin karmakarışık olması bu rüzgara delalet ediyormuş demek ki;
kendiliğimden ayıbacağını öğrendim, uçarak gidiyorum. Malum, flok bir tarafta,
ana yelken öbür tarafta olunca Ayıbacağı deniliyor, bu usulde alabildiğine
hızlı gidiliyor, ancak tam rüzgar altına gitmek zorundasınız, hafif
iskeleye ve sancağa dümen kırmanız
gerektiğinde ayı bacağı pozisyonu tutmuyor.
06.07.2000, Perş. 16:07
ŞARKÖY'e girmek
üzereyim, buraya kadar hep pupadan rüzgar aldım, harika bir duygu, İstanbul'dan
bu yana umduğumuz rüzgarı ilk defa burada buldum ve hayatımın ilk yelken seyri
diyebilirim son birbuçuk saatlik seyre. Tekirdağ ile Şarköy arasında bir depo (12 Lt.) benzin yaktım, bunda
rüzgarın olumlu katkısı büyük. Hala yedekte 15 litre mevcut ama yola devam
etmeye güvenemiyorum, bir depo daha benzin alıcam. Şarköy'de ikmal için mola
vermemiş olsaydım belkide akşam üzeri Gelibolu'da olurdum diye düşünüyorum.
06.07.2000, Perş. 17:33
ŞARKÖY'den 11
litre benzin ikmali yaptım. Balıkçı barınağına girişte bir balıkçı teknesinin üzerine aborda olurken
yandaki teknenin üstünde hem şarkılar söyleyip hem de beni izleyen 7-8
yaşlarındaki kızlara içme suyu sorunca,
bidonumu isteyip okullarının yanındaki herkesin sıra bekleyerek su aldığı
çeşmeden doldurmayı teklif ettiler, bende verdim bidonu ellerine; benzin
ikmalinden dönünce baktım doldurmuşlar bidonu; hemen bir bardak test maksadıyla
içtim ki hakikaten sıra bekleyerek
almaya değecek değerde bir su imiş. Bu yardımsever, şirin kızlara teşekkür ederek çıktım barınaktan.
06.07.2000, Perş. 18:15
Şarköy'den yine
harika bir Poyraz ile çıktım; pupa seyrinde uçarak gidiyorum. Dikkatimin tamamı
yelkenlerin üstünde; iskotaları elimde tutuyorum, ters bir rüzgar alırım da
alobora olurum diye. Yelkenler ayıbacağı; dalga boyları rüzgarla birlikte
yükseliyor. Bu rüzgar İstanbul'dan itibaren olsaydı seyir üç gün değil birbuçuk
günde biterdi diye hesap ediyorum.
İsmini bilmediğim,
Şarköy'ün güneyindeki burunda yer alan fener geçildi.
06.07.2000, Perş. 21:17
Bolayır
altlarındayım; hava karardı, neyse ki ay aydınlığı, ismini sonradan öğrendiğim denizin
ortasındaki Doğanaslan fenerini bordaladım. Barınacak yer bakıyorum ama
görünürde bir ışık dahi yok, bu şartlarda kıyıya yaklaşamam, mecburen
karanlıkta olsa yola devam etmek daha emniyetli değerlendirmesinde bulunuyorum.
Dalgalar beni kaldırıp kaldırıp indiriyor; dümene epey yük biniyor.
06.07.2000, Perş. 23:00
22:00 sularında
Doğanaslan açıklarında korktuğum başıma geldi, elimdeki dümen birden boşladı;
bu defa da alttaki menteşenin pirinçten uydurduğum çivisi kırılmış. Durum
tehlikeli, hemen ani durum değerlendirmesi yaptım ve başladım kendime komutlar
vermeye, "Hulusi, dümeni içeri al", aldım; "Hulusi, anayelkeni
indir", pat pat pat, indiriyorum; "Hulusi, motoru çalıştır",
emektar Allah'a şükür bir çekişte çalışıyor ve dümen görevini üstleniyor;
şükrediyorum, vartayı atlattık sayılır. Flok açık duruyor; bu ön yelken hem
seyri hızlandırıyor, hem de rota tutmaya yarıyor. Karşıdan görünen ışıkları ben
önce Anadolu yakasındaki Lapseki ve Çardak'a ait ışıklar zannettim ve dümeni
sancağa kırdım; bir baktım ki kıyının üzerine gidiyorum, hemen iskeleye döndüm.
Çok dikkatle bakıyorum ama bir türlü Gelibolu fenerini göremiyorum. Meğerse
tekne alçak olduğu için yüksek rakımlı Yıldırım Kışlası burnu (Eğritaş)
arkasında kalan feneri saklıyormuş
Görünen koyu ışıklar da Lapseki değil Gelibolunun eski çöp dökülen, yeni
sayfiye yeri Eğritaş imiş. Bunu farkedince hemen açığa aldım ve çakan
feneri gökyüzünde farkedebildim. Dalgalar hala beni kaldırıp kaldırıp
indiriyor. Olası kötü durumlar için alternatif çözümler tasarlıyorum; mesela,
motorum da arıza yaparsa küreklerimle tekneye yön veririm, zaten açık olan flok da beni hareket ettirir ve
Gelibolu'ya kadar ulaşırım diyorum. Neyse, daha kötüsü olmadı, emektar 78'lik
Mercury beni sağ salim Gelibolu'ya getirdi. Teknenin yüksek kenarlı olması o
kadar dalgada benim kuru kalmamı da sağladı, hiç ıslanmadım desem yeridir. Gelibolu fenerini geçtim, artık Gelibolu'nun
yürüyüş güzergahına yakın seyrediyorum; el feneri ile yine sağa-sola ve
yelkenlere ışık çakıyorum; ileriye ışık çaktığımda birden irkildim, önümde
fosforlu bir şnorkel, hemen açığa kırdım, neyseki fosforlu şnorkel gece dalışı
yapan adamı farketmemi sağladı, epey korktum. Sağ salim geldim derken hiç akla
gelmeyecek bir kaza yapıyordum. Gelibolu'nun iç limanına girdiğimde samimi bir
şükür çektim, işte sağ salim memleketime ulaşmıştım. Ulaşmıştım ama mecalimde
tükenmişti; telefon edecek gücü bile
bulamadım, benim tekneden biraz büyük
bir yelkenlinin yanına çekip, bağlayıp vurdum kafayı.
07.07.2000, Cuma. 07:00
Derin bir uyku
çekmişim, uyandığımda epey heyecanlıydım; telefon ettikten hemen sonra palamarları çözdüm, rüzgar kalmış, ancak ben
yelkenleri açtım yinede, ee kolay mı bir yelkenli tekne getiriyoruz. Köyümüz
Burhanlı, karayolu ile Gelibolu'ya 15 Km uzaklıkta, denizden ne kadar
mesafededir bilemiyorum; bir saatte köye ulaştım; kuzeydeki Dırak Burnunu
dönünce balıkçı teknelerinin bağlandığı köyün altındaki koyda ailemi beni
beklerken buldum; sonradan takılıyorum, bir boru trampet takımınız eksikti
diye. Koyda şöyle bir tur atıp yanlarına yanaştım; benim gibi bir acemiye uzun
sayılabilecek bu üç günlük seyir ve beraberindeki hasret, mutlu sona ermişti; şükürler
olsun, darısı nice deniz aşıklarının başına.
Babam, "Tekne tahminimden daha iyiymiş" diyor; annem de
"Bekleyen derviş, muradına ermiş" diye ekliyor, benim yıllardır bu
uğurda verdiğim çabayı ve hayallerimi
kastederek. Allah'ın izni ile daha mükellefine de sıra gelecek.
Tekneyi köye getirdikten iki
gün sonra tatilim bitti, İstanbul'a işime döndüm. Bir sonraki hafta sonu tatili
için Cuma akşamı köye döndüğümde kötü
haberi aldım; tekne bir yasa tanımaz
yolcu vapurunun dev dalgalarıyla karaya vurmuş; Allah'a şükür ki sahil
kumluk tekneye birşey olmamış. Babam, zaten böyle bir neticeyi bekliyor, beni
de ikaz ediyordu; hemen 40 litrelik büyük bir plastik bidonun içinden 16'lık
inşaat demirleri geçirdim ve içine de beton dökerek bir tonoz hazırladım; ucuna
da 10'luk 5 metre bir galvanizli zincir ve şamandıra bağladım. Sonra da Babamla
birlikte bağlama yerimize ahşap bir iskele yaptık, 1 metre eninde, 25 metre
uzunluğunda. İskelenin doğru ilerisine hazırladığım tonozu teknenin arkasına
asarak taşıdım ve 40 metre kadar ileriye attım.
Teknenin baş bağlama ipi şamandıranın ucundaki fırdöndönön içinden geçip
iskeleye geliyor; kıç bağlama ipini boşlayıp, baş ipini de çekince tekne
açılıyor ve kıyı dalgalarından kurtuluyor. Bu sistem epey takdir topladı ama
her perşembe sabah 07:00 sularında İstanbul istikametine giden, aynı günün
gecesi de Çanakkale istikametine dönen mavi renkli o sözkonusu yolcu gemisi bu
defada zinciri kopartmak suretiyle tekneyi karaya attı. Gelde çıldırma, nerede
Boğazda 10 milin üzerinde sürat yapılmaz diyen mevzuat ve onun takipçileri.
Sadece ben değilim zarara uğrayan, benim tekne gibi onlarcası var hasara
uğrayan, karaya atılan. Toplanıp bir dilekçe yazdık; ekine aynı hususta
yazılmış 1995 ve 1997 tarihli dilekçeleri koyup Çanakkale Valiliğine gönderdik;
talebimiz öncelikle mevzuat hilafında seyreden gemilerin süratlerinin
sınırlandırılması, ikinci ve en önemlisi de ekmeğini denizden çıkaran onlarca
vatandaşı bulunan Burhanlı köyüne bir balıkçı barınağı yapılması. Proje
çalışmaları 1993 yılında tamamlanmış olan Balıkçı Barınağı için devlet
yıllardır ödenek tahsisinde bulunmuyor
ve halk da doğal etkilere açık bu koyda diken üzerinde bekliyor. İşin kötü ve
üzücü tarafı; bizim dilekçeyi vermemizin üzerinden aylar geçmesine rağmen hala
o mavi gemi her perşembe aynı süratte geçiyor (25 mil süratinde olduğu tahmin
ediliyor) ve kıyıları allak bullak ediyor; devletimizde maalesef otaritesini
gösterip bir tedbir alamıyor, almıyor.
(NOT: Dilekçemiz 2001 yaz’ında etkisini gösterdi, Çanakkale
Milletvekillerimiz Sn. Nevfel ŞAHİN ve Sadık KIRBAŞ beyler konuya duyarlılık ve
hatta beni arama ve bilgilendirme nezaketini gösterdiler; Yunan bandıralı
Olimpic Voyager isimli gemi normal süratinde geçmeye başladı; ancak hala bir
Balıkçı Barınağımız yok, bu konunun da takipçisi olacağız.)
Bundan
beş yıl kadar önce idi; Samsun, Sinop, Zonguldak kıyılarını takiben ve
otomobille karadan gezerek seyahat etme imkanı bulmuştum. Sinop'un Akliman'ı
ile Gerze'deki Gideros koylarında gördüğüm yabancı bandıralı tekneler ve
göremediğim yerli tekneler beni ziyadesiyle duygulandırmıştı. İşte bu
duygularla dedimki; Allahım ne olur bana
da kısmet et bir tekne ve buralara bir de deniz yolu ile gelebileyim;
sancağımızı buralarda dalgalandırayım. Ve başladım çabaya; henüz oralara kadar
seyredecek bir tekne edinemedim ancak herşeyin tedrici olması, adım adım elde
edilmesi güzeldir; kısmet bundan sonraya.
Allah, Dünya denizlerinde Türk Bayrağını dolaştıran yürekli denizcilerimizin
miktarını arttırsın; onların yar ve yardımcısı olsun. Kalın sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder